24 Kasım 2010 Çarşamba

in many ways

Dil öğrenirken "Ben erkek değilim, ben kadınım" cümlesini kurduğum bir noktaya geliyorum ya, böyle önce içimden bi "allllaaaaaaaa, noluyo lan napıyosun sen" diyorum. Sonra etrafa bi iki saniye boş gözlerle bakıp çalışmalarıma dönüyorum. "Sen kadın değilsin, sen erkeksin". Bu cümleyi kullanmak için sabırsızlanıyorum mesela, yani bir gün herkese lazım olur bu. Sonra geçen gün bana "Boşuna öğrenme, İskandinav ülkelerinde İngilizce konuşuyolar" dendi. Eee? Meraklısıyım sanki kremli balıkçıların muhabbetine. Hayatımın yarısından fazlasını kendimle konuşarak geçiren bir insan olarak.. İnsan kendisiyle konuşur da, İngilizce olarak basın toplantıları, ödül konuşmaları, röportajlar yapmaz bence, yapmamalı. En fenası da öldükten sonra yapılacak biyografik belgeselimsi filmde ölen ben'in arkasından neler söyliyceklerini düşünüp bunları yine İngilizce olarak canlandırmak. Kafan çok güzelmiş, güle güle kullan. Hem belki İsveç edebiyatının güzide eserlerini orjinal dilinde okumak istiyorum ben. Hiç.

22 Kasım 2010 Pazartesi

because maybe

Feci şekilde coşkuluyum. Herşeyi yapmak istiyorum şu günlerde. İnternetten İsveççe öğrenip pilates yapmak, örgüye başlayıp yemek yapmaya İtalyan mutfağından dalmak istiyorum. Masamın üstü herşeyle dolu. Çizimler, kumaşlar, yünler, İsveççe çalışma kağıtları. Ben coşku, enerji falan diyorum tabi ama bence bir maymun iştahlılık söz konusu. Bide bana "hercai" dediler ya bu ne demek. Şakası bile kötü. Zaten şakası bile kötü olan bi bu var bide "Hadi veleybol oynayalım". Yemin ediyorum yıllar oldu voleybol topuyla temasa geçmeyeli. Fakat her gün oynuyolar okulun bahçesinde, kafamı çeviriyorum kırmızı bir kapı görmüş gibi. Hazırlıklar hep. Ama hoşgörmek lazım. O hazırlık ne fena ne pis bişeydir ya. Kendi okulunun kralıyken birden seni alıyolar daha vahşi doğamsı bi ortama salıyolar ve sen, evet bir zamanlar kral olan sen, ortamın çömezi oluyosun. Bide Anadolu lisesi diyince acayip disiplinli bir ortam beklerken milletin değil gömleğin ilk düğmesini iliklemek bayaa gömleksiz okula geldiğini görmek çok acı. Valla fena hazırlık. İngilizce kimya fizik biyoloji nedir bi kere. Kimyası 2 olan insana bide bunu ingilizce anlatmaya çalışıyosan bence sen yaşadıklarından hiçbişey anlamamışsın. Bambaşka bir şehir vaaarr arkaaa sokaklardaa. Jag mår jättebra! Strokes stüdyo olayını tamamlamış. Da benim niye karnım ağrıyo. Ya kötü olduysa. Neyse neyse iyi böyle. Turneye çıksınlar gitmeyen.. Enerji padlaması. Gideyim de ip atlayayım bari.

20 Kasım 2010 Cumartesi

Dear J,
Eğer bir gün intihar edersem bil ki herşey üst üste gelmiştir. En sevdiğim şarkıyı dinleyememişimdir. Bir de kahve bitmiştir. Cesedim denizden çıkarılıyorsa benim için üzülebilirsin, intihar etmemiş, boğulmuşumdur. Martin Eden bittiği gün o şıkkı elemiştim. Eğer Eminönü iskelesinde istemeden hatalar yapan ve özür dilerken seni buna inandıran bir adam görürsen o benim babam. Cenazede gülen tek insanın sen olmadığını öğrenince rahat edebilirsin. Eğer bir gün 60.000 kişinin karşısına çıkarsan ve o 60.000 kişi senin bir zamanlar can sıkıntını geçirmek için gazete sayfalarının boş yerlerine yazdığın şeyleri ezberlemişse mutluluk tanımın değişir. Senin için mi söylemişlerdi, benim için mi? "Şarkı söyleyemeyecek kadar sarhoş." Belki bulduğun yeni mutluluğa kendindeyken dayanamıyorsundur, çıkıp başkalarına gitmen gerekiyordur. Bunların hiç birine sahip değilsen ve kahve bitmişse, intihar edebilirsin.

 ...

7 Kasım 2010 Pazar

you know the places where the faces fit

1 hafta boyunca nefes aldığım her an matmatik çalıştım. Neden bilmiyorum gerçekten. Önceleri bişeyler öğrendikçe havalara girdiğimi farkettim.Soruları şıkır şıkır çözüyordum, çözdükçe de mutlu oluyordum. Konu Tarama Sınavı'ndan çıktığımda hayatımda ilk defa matematikle ilgili bir organizasyondan sonra içimde halâ yaşam enerjisi olduğunu farkettim. Ama dün birazcık sıkılma bunalma hissettim sanki. Bugün de ipler koptu. Olmaz olsun. En son i'li falan bişeyler yapıyodum, masadan kalktım, son 1 saat içinde 13. kez mutfağa gidip nutella kaşıkladığımı farkettim. Of dedim sen napıyosun? Niye Strokes dinliyerek karmaşık sayılar çözmeye çalışıyosun. Sen karmaşık sayıcı matematikçi olmak istemiyosun ki sen Strokes olmak istiyosun. E o zaman ne bu hareketlerin. Sorunun cevabını buldun da noldu he noldu? Hep başka çarem olmadığını düşündüğüm için bunlar. Halbuki var. Ne yapmak istiyosam onu yapabilirim. 24 saat düşünsem aklıma bişeyler gelir sanırım. Düşünmekten üşenmiycem artık. Karmaşık sayı çözmekten iyidir. Evet ben artık düşünmeye karar verdim. (Allam yardım et). Otobüste giderken, derslerde, evde, yerken içerken hep işime yarıyıcak şeyleri düşünücem.

Gerçekten beynim hasar gördü galiba birden yükleme yapınca

2 Kasım 2010 Salı

please leave us here

Arka Sokaklar izleyip (son ses) reklam aralarında oluşan boş vaktini değerlendirmek için uzun hava söyleyen dedem dün ağırcezareisi olmamı istedi. Peki dedim kendisine.
Esas Limewire yok artık, yasadışı işlemlerimi yapıcak yerim yok diye ağlarken birileri Ares dedi, o mübareğin Ares diyen ağzına sağlık. Ne güzel şeymiş bu. Tabi download'ın en güzel yerinde telefon çalıp modem ışıkları sönünce kalp ağrısı duyuyorum ama olsun.
Bugün mate'imle test çözmekten mutluluk duyduğumuzu farkedeyazdık. "Yok öyle bişe, ben öyle biri değilim" dedim ve bugün dersler akıp giderken kitap okudum durdum. Zaten bir dersi kitap okuyup müzik dinleyerek geçirince o zamanı değerlendirmenin coşkusuyla insan hayatın güzelliği ve anlamı diye konuşabilir saatlerce.
Geçen girdiğim sınavda "bazen içinizin coşkuyla dolduğu olur mu, mutluluktan ağladığınız oldu mu" tarzı ruh hastalığının derecesini ölçen sorular vardı. Bunların hepsi müzik dinlerken başıma gelmiştir yani. "Müzik benim hayatım, damarımda akan kanım diyen" müzisyenlerden falan ne kadar nefret etsem de müzik güzel bişey. Baya güzel hemde. İnsanı yattığı yerden kaldırıp odanın içinde o yana bu yana yürütecek kadar. Bide ben, güzel şarkı dinlerken "Allaaam çok güzel şarkı napıcam ben şimdi(!), olmaz kiii yaaa" diye diye ömrümü yiyen bir insanım. Yapmayın gerçekten çok fazla güzel şarkı yapmayın, aşırı olmasın en azından. Size söylüyorum Julian duyuyo musun?
O şarkıların hepsi inecek Ares, beni deletme

29 Ekim 2010 Cuma

a child to criticize

Bugün benim doğumgünüm. Sadece müzik dinleyip deniz aşırı bir ülkeden dergi alma planları yapıyorum. Ve bu şekilde mutlu oluyorum. Mutlu olmak için bir tane şarkı, bir tane düşünce yetiyor demek ki. Bunun dışında sahip olduklarım bana sahip oldu hedesi çok güzel. Resmen aypodumsuz bir dünya düşünemiyorum. Into the Wild denen filmden hiç hoşlanmıyorum bunu itiraf edebilmek de çok güzel. Sen meseleleri kafanda bitirme, dağa bayıra kaç. Oldu. Sen çaldır ben seni ararım tatlım. Bugün çok çılgın bir gün zaten, yine birsürü karar almam lazım. Ama bence en büyük olay yarınki sınavı hiç umursamamam, oysa 2 hafta önce düşüncesi bile karnımı ağrıtmaktaydı. Umursamamak en büyük mutluluk. Daha onyedionyedionyedi diyip gidiyorum ben.

27 Ekim 2010 Çarşamba

talk to me now ı'm older

Bugün müzik dersinde sanırım 45. kere Piyanist'i izledik. İzlemez olaydık. Sabahın körüne felsefe dersi koymuşlar bi kez, üstüne de başından sonuna kadar bir şekilde kahramanlık yapıp bütün insanlığı kurtarmasını beklediğim ama hiçbişey yapamayan esas oğlanın oynadığı bir film. Ama konu bu değil. Konu bizim birşeylerin farkında olmamız. Yani ben istediğim hayatı yaşayamayacaksam gerçekten sabah sabah yaptığım felsefenin de yüz saat uğraşıp çözdüğüm matematik probleminin de hiç önemi yok. Ve böyle hayatın anlamı, farkındalık, farkında oldukça mutsuz olmak diye konuşuyoruz ya, 2 dakka geçmiyo Lou Reed taklidi yaparken buluyorum kendimi. E hani noldu diyorum yani. Bunların farkında değilmişim gibi yaşayamam ama aynı şekilde sürekli "siz daha gülün eğlenin dünyanın derdi var" diyen bi tip de olamam. Kendimi biliyorum. Mate'imle bunları konuştuk, konuştuk ve resmen "akşama kadar hayatımızın anlamını bulmalıyız bişeyler yapalım" durumu. Sonunda saçmaladığımıza karar verdik tabiki evet yaptık bunu. O değil de Öyle Bir Geçer Zaman Ki izliyorum hem de çok pis bir şekilde.Bunu asla inkar etmem. Ama Osman'a üzülmüyorum, bence o evin dertlisi Mete'dir, Aylin'dir. Bide dövemez diyorum, dizide o kadarını yapamazlar diyorum adam çatır çutur dalıyo çocuklara. Böyle dünyanın derdi bitmiyo falan ama benim aypodum olduğu için umrumda olmuyo. Ne şarkı yüklemeyi bildim tam olarak ne başka atraksyonlara girebildim, olsun, daha çok vaktimiz var bence.

26 Ekim 2010 Salı

too many fish there in the sea

Baş ağrısından uyanmak ne demek ya sorarım ne demek. Bütün gün sürer mi bi ağrı, 3 tane bebe aspirini içtim geçmedi. Ama fakat eve gelince Ankara'dan gelen pakedi görmem, açmam ve Ipod Touch bulmam. Sanki çok güzel bir günmüşçesine bugün. Böyle beni hiçbişey durduramaz gibi artık. Öylesine mutluluk. Akşam dizi de izliycem, evet bence Salı günleri az biraz sempatik gibi. Pazartesi geçmiş, birey kendini alıştırmış, bu hafta geçicek ya öyle yada böyle geçicek modunda kabullenmiş. Matematik sınavına hiç çalışmadan gidip 2 ders boyunca anlamaya çalışmak ama bişey anlamamak, sıra arkadaşı şahsın bi iki saniye boşluğa dalıp "Müzik dinlesek ya" demesi. Bütün dönem dinlemediğin dersi 2 saatte anlayamayacağının farkına varıp kaderini kabullenmek. Cidden çok düşünüyorum geçen sene niye boş kağıt vermedim diye. 08 aldım onun yerine daha mı iyi oldu. Ama bu sene daha farklı sanki. Dinlemediğim derste soru sorulunca "Bilmiyorum, dinlemedim" diyebiliyorum en azından. Ya gerçekten ne büyük asilik diğ mi? O an sınıftaki 22 kişi için öyle en azından o da yeter. O zaman ben gideyim de şarkı atayım aypoduma. Ahahahahahaha

23 Ekim 2010 Cumartesi

light is red

Bugün tek başlarına anlamsız gibi görünen durumlar bir araya gelince hayat ne kadar can sıkıcı bir hâle geliyormuş anladım. Teyzem ateşlenmiş yatıyor, ananem ve dedem son ses dizi izliyor, ben ders çalışmaya uğraşıyor, uğraşıyor, uğraşıyordum. En kötüsü de sabah kalktığımda annem yoktu. Kardeşimi alıp tiyatroya götürmüş. Çok büyük travma yaşadım doğal olarak. İçimden sadece "but who knoooowwws" diye şarkı söylemek geldi. Sonra ananem çok değişik bi insan. Koridorda karşılaştığımızda durmaksızın binlerce soru sorabiliyor kendisi. "Canın mı sıkıldı, acıktın mı, yere basma(!), uykun mu var, tamam yavrum okuyun ekmeğinizi kazanın, ayaklarınızın üstüne basın(!), kimseye muhtaç olmayın, annen nerde kaldı" gibi. Ben de odada kalmaya çalışıyorum bu yüzden. Sarı masa lambası, çözemediğim karmaşık sayılar soruları, derin sessizlik, aç olmadığım halde bişeyler yemek isteyen iğrenç bünyem, günden güne büyüyen göbeğim aklımdaki yegane şeylerdi. Ha o an varya böyle kalkıp "Nası işlerle uğraşıyorum ben ya. Ne bu şimdi, i ne demek koordinat düzlemi ne demek, bana şu yaşadığım hayatta bi tane koordinat düzlemi gösterin bu nası sanallık nası dünya" diye bağıracağıdım. Biraz sonra annem geldi, kendisine "Ödevime yardım etsene şeker"  dedim. Sonra bi an kitaba baktım. Sorulardan boş kalan yerleri şarkı sözleriyle doldurmuştum, ciddi problemlerim vardı. Resmen hayattan soğumuş bir ergendim ben. Ve bir süre daha böyle devam edicem sanırım. Bir süre daha ağır yemekler yapılıcak evde, annem makarna yapmıyıcak, dedem eve girip çıkan herşeyin hesabını sorucak, herşey fazlasıyla normal olacak. Ve tek istediği azcık müzik dinlemek olan kız çocuğu sabah güneş doğmadan otobüs durağına yürürken kendi şarkısını kendi söylemek zorunda kalıcak.

22 Ekim 2010 Cuma

how long must I wait

Normalde "dolapta dünkü kabak yemeği var ısıt ye" lafının sık duyulduğu evimizde bugün 5 çeşit yemek var. Bir kanalda 5 dakikadan fazla duramayan televizyonumuzda Hitler belgeseli izlenmekte ve ses "belki de alt sokaktan geçenler bilmiyordur, evet Hitler öldü tamam mı lanet olsun sizlere" dercesine açılmış. İşte dedemin geldiği nasıl da belli. Gelmiş ve bu sabah tahmini olarak öğlene doğru kontrolü tamamen ele almış. Eve sinen ağır mandalina kokusundan da anlaşılıyor zaten. O değilde şu. Acayip şekilde böğürmek suretiyle ses tellerimde kalıcı hasara yol açtım gaaliba. Brüt vokalle Ankara'da söylemek mi, bir daha mı?? Asla.. Ama gerçekten hoş bi durum oldu böyle çızıklı ergen sesi gibi çokoş. Haftaya bugün doğumum var annem de istediğim şeyi alacağını açıkça söyledi ama ben accayip stres yaptım ve ne istediğimi bilmiyorum şu an. Küçücük çocuğun üstüne bu kadar yük bindirilmemeli. Ve halam da Ipod almış bana ki bugün telefon açıp adresi sordu. Tee Ankaralardan adres soruyosun niye diye sorunca belki lazım olur diyosun. Sen kimi kandırıyosun a kendini bilmez insan? Karşında kim var sanıyosun? Hiç bilmiyorum Führer

20 Ekim 2010 Çarşamba

carve your name into my arm

Bugün ananem döndü uzaklardan. Yine sabah kalkıp bana kahvaltı hazırlıycak galiba. Evet evet. Okuldan dönünce evde anane bulmak ne güzel. Yarın da dedem gelicek ve bence o zaman çılgın atıcaz ailecek. Dedemin uçakla gelişi ve telefonda bunu normal bişeymişcesine söylemesi. Dede dediğin ototbüsle gelir. Bu mutlu olaylar arasında ben, muzu nutellaya banıp yemek suretiyle sevincimi göstermekteydim. Ananasım beni gördü ve "yavrum acıktın tabi (sevgisözcüklerisevgisözcükleri)" dedi. Kendisine bunun acıkmak değil azıtmak olduğunu, metropol yaşamında normal insanların bu takım hareketler yapmadığını açıklamaya çalıştımsa da o anneme patates kızartması için baskı yapmaya karar verdi. Evin içi kızartma yağı koksa da bence mutlu olduğum nadir günlerden biri bu. Sabah 6'da kalkıp, banyoya gidip, bi süre aynayla bakıştıktan sonra yapıcak başka bişey bulamayıp Grammy konuşmamı tekrarladım milyonuncu kere. Hâlâ üzerinde çalışmam gereken yerler var. 
O değilde bi iki yıl öncesine kadar anneme "Anne Patates Kızart" diye akrostiş yaptığımı hatırlarım. Bildiğin destan yazmak artık. Çok mu açtım, çok mu sıkılmıştım hiç hatırlamıyorum ama haydut gibi bi uğraş.

18 Ekim 2010 Pazartesi

failing can be quite a breeze

Karın ağrısından ölmek diye bişey var. Buna eminim. 5 metrelik yolu yürüyerek başlayıp sürünerek bitirmek var.

Kardeşim bugün futbol çalışmasına gitmiş, 2 saat koşmuş. Eve gelip yattı. Sonra annem kaldırdı ödev yapsın diye. Ben hayatımda böyle asabi bir 9 yaş çocuk görmedim. Peki getir yapıcam dedi ama resmen kapıyı çekip çıkıcak arkadaşında kalıcak gibi tavırlar. Tabi annem orda bişeyleri düzeltmeye çalışırken film koptu. "Anne yeter yeter YETER YETER YETER!!!" diye bağırmaya başladı bu velet. Aha dedim sorunlu 2. Bizim evin Osman'ı bu.

Şu an hayattan tek istediğim şey yeni insanlar. Ama farklı tipler olucak yani yeni bişeyler görmek, duymak, konuşmak istiyorum. Arkadaş dediğin kafa açmalı zaten. Şu etrafımda dönen iğrenç okul ders sınav muhabbetinden kurtulmak, gençliğimi zevk-ü sefa içinde yaşamak istiyorum. Ve gerçekten normal yaşanan bir hayat kadar sıkıcı bişey olmadığına eminim. Yok mudur böyle okumayla kafayı bozmamış, aşırı normal olmayan insanlar? Çok şey mi istiyorum?

17 Ekim 2010 Pazar

you are over the hill now

Demin last.fm sayfamı incelerken gururlu bi bakış sezdim. Hani çok yetenekli sevgilisi harikalıklar yaparken yüzünde "bu benim sevgilim işte" bakışı ve sırıtışı olan kız gibi. Evet resmen müzik listemle gurur duyar gibi bi halim var.

O değilde bu güne kadar hep ne yapmam gerektiğini bilirdim ama yapmazdım o şeyi. Yani kilo vermek için ne yapılması gerektiğini biliyorum ama yapmıyorum o şeyi mesela. Fakat şu an ilk defa ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Evrendeki bir takım olaylar bir araya gelerek benim için iğrenç mi iğrenç bi kader örgüsü yarattı. Öyle ki şu an tek yapabildiğim radyodan Çince öğretmeye çalışan çifte eşlik etmek. Bazen kendimi kaybedip "Hangi vagonda yemek yiyebilirim" diyorum ev halkına, Çince tabiki. Bir insanın kaderi geç kalmalarla, yanlışlıklarla, ümitsizlikle çiziliyormuş bunu anlıyorum. Yinede hergün yeni kararlar vermeyi seviyorum ben.

10 Ekim 2010 Pazar

seven ways to go through school

Aynı evin içinde yaşayan bir grup insan ne kadar nefret edebilirmiş birbirinden ya. Vay anam vay. Ama boşver diyorum "sen hiç o evin içinde olmadın". Olabildiğine ergenleşmek istiyorum. Cidden ama cidden hayatın gerçek yüzünü gör.. tamam tamam o kadar da değil ama bu evde istenmiyorum sanki ben. Jack Goes Boating izledim bugün ne de güzelmiş. Ya otobüsle seyahat etmekten nefret ediyorum, okuldan nefret ediyorum, pazartesi gününden, matematik dersinden, istediğim hayatı yaşayamamaktan nefret ediyorum. Kendi hayâllerimden bile nefret ediyorum dünyayı bu kadar yaşanılmaz hâle getirdikleri için. Beni mutsuz eden üstyaşamın farkında olmadan bir tutku fakiri gibi yaşayabilsem ne kadar mutlu olurdum, bunu da bildiğim için çok mutsuzum. Ama yinede dünyanın en kalabalık otobüsünde "aklına bişey gelince gülen insan" olmak çok güzel. Boş zamanlarında o şeyi tekrar tekrar düşünüp gülmek de güzel.

En güzeli annem mp3 ümü yaptırmış

8 Ekim 2010 Cuma

up all night up all night

Bütün gün şarkılar söylüyerek geziyorum. Yolda belde. Good Charlotte çok dinlenirse doz aşımı yapıyo bide bunu biliyorum. Şu aralar insanların yüzleri çok acayip geliyor. Tasarım bi garip. Karşımdaki konuşurken ağzına değil de gözlerine bakıym diyorum ama kendimi kaybediyorum, anlamaya çalışmıyorum tabiiiiğki. Everybody knows. Evet ayrıca 2 gözlü insanların 5 yaşlarında yaptıkları sorgulamayı ben daha yeni yapıyorum. Ama zaten herşey manasız geliyo ya. Haydut gibi ne bu. Profesörler ansiklopedilerde "cariye" maddesini yazmak istemiyolarmış. Hepsine selam ederim.

there's no need for you to say you're sorry, goodbye i'm going home

6 Ekim 2010 Çarşamba

what about my fuckin' kids

Şu kışın sahici bir şekilde geliyor olmasından öyle mutluyum ki. Yapmam gereken herşeyi yapabilirim artık. Soğuktan yakınan insanlara gülüciym, yağmur yağarken dışarı çıkmayıp eşiklerde bekleyen insanlara da. Yağmurda ıslanmanın çok cool ve aşmış bi hareket olduğunu düşündüğümden değil. Yazın da aynı şeyler benim başıma geliyo çünkü. Yalan mı? Benim hayat enerjim sömürülüyo ama rest of the world feci bi şekilde eğleniyo.

Yağmur yağıyor right now. Sabah kalkınca evde kimse olmaması ne kötü. Hani evde simit olduğunu bilmek ama kimsenin gelip bunu müjdeli bi şekilde haber vermemesi, hava kararırken kalkmak ama kimsenin sitem etmemesi. Kötü şeyler. Her türlü interview izleyip neşemi bulmaya çalışıyorum fakat yarın okul olduğu gerçeği... İnsanlardan emdikleri enerjilerle yaşayan diğer insanlar var. Ve bunlar 2'ye ayrılıyorlar. Sürekli mutlu emiciler ve sürekli mutsuz emiciler olmak üzre. Fucking suckers. Sucker love is heaven sent o zaman. Gideyim de kendimi keseyim

5 Ekim 2010 Salı

i'll just nod

Hani farkındasın ve bu çok kötü bişey ya. Ama farkındasın. Diğerlerinin aksine sana acı veren üstyaşamın tamamiyle farkındasın. Zaman zaman durup diğerlerine özensen de ayıksın. Şey gibi biraz. Hiç çilek yememiş birinin canı çilek istemez ve çileğin özlemini çekmeden elindekilerle mutlu mesut yaşar. Ama o çileğin tadını bi kere alırsa insan, nelere sahip olabileceğinin farkına varırsa bu deli eder onu bence. Tezgahta gördüğü her çilek için günlerce ağlar.

İlk defa bir insanın güzelliği karşısında bu kadar hayrete düşüyorum galiba. Bakmaya doyamamak. Hani güzellik bakanın gözlerinde ya bu kadarı değil. Bu artık bakanın hastalıklı beyninde, obsesyonlarında, derisinin altında.

Şaşkın dört gözümüz için tek bir kara ormana, iki sadık çocuk için kumsala, aydın sevgimiz için müzikli bir eve dönüştüğünde dünya, bulacağım sizi.

4 Ekim 2010 Pazartesi

he's a guuğruuu

 O değilde bazen böyle kalabalık ortamlarda yere çöküp yukarıya doğru "çok şey mi istedim ya çok şey mi" diye bağırasım geliyo? En çok Sahaflar Festivalimsi şeysinde yapmak istedim bunu. Ben ne istedim ya? Sayfalarını karıştırdığımda nefesimi tutup heycanlanabileceğim bi dergi yada düşünmeden alabiliceğim bi kitap. Çok mu gördün Rabbim. Adeta naza çektin kendini ve göstermedin bunları. Bunları geç de MP3 çalan o dandik aleti bile çok gördün ya bana. Ona buna yetenek vermişsin, ışık vermişsin, Dorian Gray gibi insan yapmışsın özene bezene. Ben komşunun çocuğu muyum? Allam hiç mi sevmiyosun beni ya? Kimse beni sevmiyo. Elimdeki çantayı yerlere yerlere vururum şimdi slow parçasına klip çeken popçu gibi komodinin üstünde ne varsa yere saçarım, seviyorum de.

from the best-seller,
Memories of an Adolescent:"Çarpılmaya 5 Kala"

çok fena şeyler istiyorum, yetkililer, bu yaptıklarınızı telafi için bi fırsat diyorum. dedim ve gidiyorum

3 Ekim 2010 Pazar

drop dead i dont care

  Hayat enerjimin dibine kadar sömürüldüğü an  Pazar günü akşamıdır zaten. Akşamüstleri hepten gıcık da Pazar oluşu ve o havanın yavaş yavaş kararışı böyle evlere şenlik gerçekten. Hele bide "yedikçe yada içtikçe mutlu olabiliceğim bi besin maddesi yok mu evde" dendiğinde "nar ye" cevabı alınıyosa. Nar beni mutlu edemez bunu anlasalar. Aslında sorun artık müzik dinliyebiliceğim bi aletin bulunmaması ve toplu taşıma araçlarında daha bugünden başlayan o "beynim sıkışıyo sanki" duygusu. 1894 kere geçtiğim yolları izlerken sinirlerimin birer birer gerildiğini hissediyorum. Merak ediyorum napıcam. Çok heycanlı aslında, bu sefer nası bi çözüm bulucak aceba diye bekliyorum. Beyin bedava ya